Samandağ’da Bir Sultanın Evi
DADÜKLER KÖYÜNDEKİ KALE

Yazar ve Fotoğraflar: İsmail Zubari
Ey Vasi; Samandağ’ı ne kadar anlatsam da eksik kalan şeyler oluyor. Neyse ki sen bunların farkında değilsin. Ne söylesem he diyorsun, çok güzel diyorsun. Bundan cesaret alarak ben de gördüklerimi çokbilmiş edasıyla sana anlatmaya devam ediyorum. Yalnız şu senin yönetmene söyle her sayıda derginin kapağında şu kadar km. yol kat ettik diye yazıyor ya benim gittiğim yollar ne olacak. Motosikletimle gittiğim yollar yol değil mi? Dağ taş demeden keşfettiğimiz yerlere nasıl gidiyoruz sanıyorsun?
Neyse bugün sana yine enteresan bir yerden bahsedeceğim. Dadükler köyünü ve hemen yakınlarında Kale denilen bölgeyi anlatmaya çalışacağım. Boşuna yorma kendini Samandağ haritasında Dadükler diye bir yer yok. Aklı evvel birisi zamanında oranın adını Gözene diye koymuş. Gözene nedir, ne alakası var? Hiçbir alakası yok, köyün doğru dürüst suyu bile yok. Tombaladan öyle çıkmış işte. Ülkemizde tarihi ve bölgesel bağıyla alakasız o kadar yer var ki; o yüzden gidip gezdiğimiz yerlerde ilk işimiz bölgenin asıl adını sormak oluyor.
Şimdi sana bir şey söyleyeyim. Köyün tamamı tek bir soydan geliyor ve soyadları aynı. Hepsinin soyadı Dadük. Sen şehir uzmanı değilsin, sosyolog değilsin, ne bileyim yetkili değilsin ama sana sorsam “böyle bir yerin adını ne koyarsın” diye eminim ki Dadük köyü veya Dadükler köyü dersin. Çünkü senin şehir isimlerinin tarihsel bağlarıyla ilintili olması gerektiği konusunda sağlam bir bilince sahip olduğunu biliyorum. Senin yaşadığın Kırıkhan’a biri kalkıp Altınhan adını taksa kabul eder misin? Etmezsin, hâlbuki Altınhan daha gösterişli bir isim ama tarihsel geçmişiyle alakası yok. Hatta şimdiki Kırıkhan Kırkhan olmasın? Bir gün onu da sen bana anlatırsın. Şimdi sana anlatacağım köyümüz için haritada ve resmi yazışmalarda Gözene yazmaya devam etsin, biz halkın dilini kullanarak Dadükler demeye devam edeceğiz. Tabi bu arada sen de bana anlamını soracaksın. Sanki her şeyi bilmek zorundayım. Sordum, anlamı nedir diye? Onlar da pek bilmiyorlar. Arapçada da pek anlamı yok. Sadece eskiden duyduğum bir hikâye var. Bunların dedelerinin dedeleri Osmanlı zamanında Suriye tarafında oturuyormuş. Bir gün adamın horozu kaybolur. O da horozu aramak için yola çıkar. Ne aradığını soranlara Arapça olarak “dağ dik” diyormuş. Yani “horoz kayboldu.” Çevrede yaşayan Türkmenler bunu “dağ dük” olarak telaffuz etmişler ve bu isim günümüze kadar böyle gelmiş. Köy kapalı bir yapıya sahip olduğu için dışardan aralarına yabancı da almamışlar. Bu yüzden köyün tamamının soyadı Dadük olarak kalmış. İşte böyle…
Ey Vasi; Samandağ’ın merkezini, ovayı, sahili, Meydan köyünü, Tekebaşı beldesini ve Asi vadisinin Yeşilyazı köyüne kadar olan bölümünü kuşbakışı gören nefis bir yere çıkacağız seninle. Dadükler köyünün içinden batıya doğru yol alacağız. Son evleri de geçtikten sonra yaklaşık bir km’lik yolu yürüyüp kayalık bir tepeye çıkacağız. Kayalığı tırmanır tırmanmaz önüne muhteşem bir manzara çıkacak. Ön tarafta Tekebaşı beldesi ve Asi’yi göreceksin. Kıvrılarak akan mecrası gözünün önüne gelecek. Asi’nin ötesinde denize doğru bakarsan yemyeşil Samandağ ovasını göreceksin. Sahilin kumsal alanı 14 km. boyunca önüne serilecek. Karşında Musa Dağı. Biraz sağa dönersen şehir merkezinin dağınık ve bu güzel manzaraya tezat oluşturan binaları karşına çıkacak. Tabiat ananın bize bahşettiği bu güzel nimetleri nasıl da hor kullanmışız, akl-ı selim olan herkes bunun farkına hemen varır.
Yıllar önce Tekebaşı beldesinden bir arkadaşımla sohbet ederken dağın yamaçlarında bir kaya çıkıntısını göstermiş ve oradan fotoğraf çekmek istediğimi söylemiştim. Orasına kale diyorlarmış. O günden sonra bir türlü kayalığa gidemedim. Ne zaman niyetlensem ya hava puslu ve fotoğraf çekmek için uygun olmuyor, ya da başka bir şey çıkıyor. En sonunda bir fırsat yakaladım, Dadükler köyüne gittim. Önce ön taraftaki yamaçları dolaştım. Samandağ’ı her açıdan fotoğraflamak istiyordum. Köyün içinden geçerek farklı açılar yakalamak istiyordum. Sonra kaleye nasıl gideceğimi sordum. Bana yolu tarif ettiler. Kısmen asfalt, kısmen de parke döşenmiş yolun son bölümü de topraktı. Evler seyrekleşmiş ancak daha sonlanmamıştı. Batıya doğru son eve kadar yolun devam ettiğini tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Ancak korktuğum tek şey böyle sapa yerlerde köpeklerin yabancı misafirleri hoş karşılamayacağıydı. Nitekim öyle de oldu. Son eve doğru yaklaştıkça motosikletin sesini duyan köpekler kulaklarını dikmiş yola süzülmüşlerdi. Meraklı gözlerle gelen bu davetsiz misafirin kim olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Allahtan hemen ev sahipleri de yola çıktılar. Uzaktan bir selam verdim. Onlarda karşılık verdi. Bu sayede köpekler kuyruklarını bacakları arasına sıkıştırıp geri döndüler.
Beni karşılayanların arasında Süleyman Dadük’le sohbet ederken kalenin oraya nasıl gideceğimi sordum. Hemen yolu gösterdi, istersem kendisinin de geleceğini söyledi. Sevinerek kabul ettim. Çünkü oradaki yapı, taş veya herhangi bir eserin yerini en iyi orada oturanlar bilirdi. Tam giderken okuldan yeni gelmiş yeğeni Mehmet’te bize katıldı. Yaklaşık bir km’lik yürüyüşün ardından kayalıklara vardık. Süleyman Dadük kayalıkların dibinde bana bir duvar gösterdi. Yakından inceleyince arkaik bir duvar olduğuna hükmettim. Kum ve kireç karışımından düzensiz dizilmiş taşlardan oluşuyordu. Ancak taşların arasındaki harç betonlaşmıştı. Çok yüksek olmayan kayalıkları tırmanınca tüm Samandağ ovası ayaklarımızın altındaydı. Kayalıkların en üst bölümünde iki kaya mezarını gördüm. Kapakları yoktu ve kayanın içine oyulmuşlardı. Sol tarafta bir sarnıç yer alıyordu. Kayalıkların diğer bölümlerinde insan eliyle oluşturulan birkaç oyuk daha bulunuyordu. Önce durup manzarayı seyrettim. Sonra fotoğraf makinesini elime alıp gördüğüm her şeyi fotoğraflamaya başladım. Süleyman aşağıda bir mağaranın olduğunu söyledi. “Biraz sonra inelim” dedim. Süleyman’ın yeğeni Mehmet’e fotoğraf makinesini verdim. Beni çekmesini söyledim. Önce nazlandı, “ben fotoğraf çekmesini bilmem” dedi. Bende “öğrenmek için güzel bir fırsat işte” dedim. Sonunda ikna ettim ve birkaç poz çekti. “Kolaymış” dedi. “Cesaretli olursan her şey kolaylaşır” dedim.
Biraz sonra aşağıya indik, kayalığı biraz dolandık ve mağarayı gördük. Doğal bir mağaraydı. Girişi tek ama içeriye doğru uzanan iki bölümü vardı. Güzel bir sığınak olur diye düşündüm. Kayalığın kuzey doğusuna bakıyordu ve Samandağ ovasının bir bölümünü görüyordu.
Süleyman’a burası hakkında ne bildiğini sordum. Yaşlıların buraya kale dediklerini ve eski zamanlarda bir sultanın burada oturmuş olduğunu söyledi. Tabi ki gerçek hikâyesini ancak tarihçiler ortaya koyabilir. Bu konuda arkeologların yapacağı çalışmalar büyük önem taşımakta. O güne kadar yaşlılarımızın anlatacakları gerçek-mit karışımı söylenceleri dinlemeye devam edeceğiz.
Kaleden dönüşte Süleyman bir çay ikram etmek için evine davet etti. Kardeşinin evinin önünden geçerken çayın hazır olduğunu söylediler. Oturduk çaylarını içtik. Bu arada annesi geldi. Kaynana gelini yan yana fotoğraf çektim. Yaşlı teyze iyi çıkması için iyice tembih etti beni. Ben de merak etmemesini söyledim.
Oturup çayımızı yudumlarken sohbetimiz yaşadıkları sorunlara odaklandı. Çocuklar kışın okula giderken yolun asfaltlanmayan toprak bölümünde oluşan çamurlardan dert yandılar. Hazır gazeteciyi bulmuşken “yolumuza birkaç kamyon çakıl dökseler yeter” diyerek seslerini yetkililere ulaştırmamı rica ettiler. Ben de onları kırmayacağıma söz verdim. Kışın çamurlu bölümü geçirmek için çocuklarını sırtlarında taşımak zorunda kalıyorlarmış. Bir yetkili okurda bu yola el atsa bende görevimi yapmış sayacağım.
Ey Vasi; Dadükler’e gittik bilmediğimiz bir yeri keşfettik. Darısı yeni keşiflerin başına…