Arap Alevileri (Nusayriler)
Kaynak: U. Özdemir
Arap Aleviliği yaşam tarzıyla, dini inanış ve ibadet biçimleriyle Anadolu Aleviliğinin
kolları olan Babailik ve Bektaşilikten, Şiilikten belli farklılıklar taşır.
Arap Aleviler, ülkemizde yaşayan en büyük azınlıklardan biri durumundadırlar. Ülkemiz sınırları içerisinde ulus olma özelliği göstermezler ve bu yönde de bir çaba görülmez. Büyük ölçüde düzene entegre olmuşlardır. Sayıları net olarak bilinmemektedir. Büyük çoğunluğu Hatay’da yaşamaktadır. Hatay’ın Samandağve merkez ilçesi Antakya ile İskenderun’un kıyı şeridinde toplanmışlardır. Hatay dışında Tarsus, Adana ve Mersin’e de yerleşmişlerdir. Suriye’de yaşayanlar da bu ülkede azınlık durumundadırlar.
Arap Alevileri “Nusayri” adıyla tanımlanırlar. Çukurova bölgesinde “Fellah” da denilir. Ayrıca bazı yerlerde “Arap uşağı” denmektedir. Bazı kaynaklarda ise “Alawi” olarak adlandırılmışlardır. Hatay’da yaşayanlar “Fellah” tanımlamasını başkalarının kendilerini kötülemek için kullandığını düşünürler ve bu şekilde anılmayı kabul etmezler.
Sunni inançtan bazı kesimler egemen sınıfların halklar arasında düşmanlık yaratmak için başvurduğu çarpık ve yalan propagandalarının etkisinde kalarak Nusayri’lere karşı önyargılı davranıp kötüleyici ve aşağılayıcı tavırlar içine girebilmektedir. Bunun en son örneğini Fazilet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan oligarşinin Suriye’ye karşı savaş naraları attığı sırada “Nusayrilik sapık bir Alevi akımıdır” diyerek gösterdi. Bu çarpık yaklaşımın kökeni bir kaynakta şöyle açıklanmaktadır: “İbn Teymiye’nin, 7-13. asırda Nusayrileri sapıklıkla suçlaması, Sunnilerin Nusayrilere büyük kin duymalarına ve onlara düşman olmalarına sebep olmuştur.”
Yaratılmak istenen bu düşmanlığa, gördükleri büyük baskı ve zulümlere rağmen Nusayriler tarih boyunca bir çok halkla iç içe birlikte kardeşçe yaşamışlardır.
Kullandıkları Dil
Arap Alevilerin ana dilleri olan Arapça’yı günlük konuşmalarında halen yaygın olarak kullanırlar. Özellikle Hatay’da yaşayan Arap Aleviler, kendi aralarındaki ilişkilerinde Arapça konuşmaktadırlar. Ancak son dönemlerde ana dilden uzaklaşma da görülmektedir. Aileler çocuklarına önce Türkçe’yi öğretmekte, Türkçe konuşmayı özendirmektedirler. Halkın bu yönelimini asimilasyon politikasından ayrı görmemek gerekir. Özellikle çocuklar üzerindeki bu baskılanmaya rağmen, Arapça’nın öğrenilmesinin ve günlük yaşamda yaygın olarak kullanılmasının önüne geçilememiştir. Ancak çok az bir kesim dışındakiler Arapça okuma ve yazmayı bilmez. Bilenler de ya dini inançları gereği Kuran okumak için ya da özel bir ilgi nedeniyle öğrenmişlerdir.
Hatay dışındaki Mersin, Tarsus ve Adana’da yaşayan Alevilerin konuştuğu Arapça bozulmuştur. Türkçe ile karıştığı görülmektedir.
Nusayrilerin Tarihi
Bazı kaynaklarda Arap Alevilerin yani Nusayrilerin, islamın farklı bir yorumu olarak9. yüzyılda ortaya çıktıkları belirtilmektedir. Adlarını, ilk liderleri olan Muhammet ibn Nusayr’den almışlardır. Bundan yüzyıl sonra Nusayri inancını geliştirenHüseyin ibn Haden olmuştur.
Selçuklu döneminde Antakya’yı ele geçirdikleri, ancak daha sonra Fransızların bölgeyi işgal etmesiyle, bir süre onların hakimiyeti altında yaşadıkları söylenmektedir. Tarihleri boyunca da Haçlılar, İsmaÓliler, Moğollar ve Osmanlılar gibi başka halkların hakimiyeti altında yaşamışlardır. Yavuz Sultan Selim’in Suriye’yi almasıyla Osmanlı’nın hakimiyetine giren Nusayriler bu dönemde en yoğun baskıyı görmüş ve soykırıma uğramışlardır. Tarihe ilişkin bilgilerde Haleb’de40 bin Nusayri’nin katledildiği belirtilmektedir. Şafi mezhebine girmek istemeyen Nusayriler, şeyhleriyle birlikte kılıçtan geçirilirler. Ardından bölgeye 50 bin Türk yerleştirilir. Osmanlı devletinin katliam ve soykırım uyguladığı dönemde varlıklarını, hıristiyanların onları saklayıp korumasıyla sürdürebildikleri belirtilmektedir.
1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra Nusayriler, yeniden Fransızların hakimiyeti altına girerler. 1939’a kadar otonom bir yapılanma içinde yaşarlar. Bir kısmı Suriye topraklarında kalır. Bu otonom yapılanmanın toprak bütünlüğü Türkiye ile Fransa tarafından korunacaktır. Hatay Cumhuriyeti adını alan yapılanma içişlerinde bağımsız, dış işlerinde ise Suriye’ye bağlıdır. Yapılan seçimlerde 9 Alevi Arap’ın yanısıra, 22 Türk, 5 Ermeni, 22 Sünni Arap ve 2Ortodoks Rum Hatay Cumhuriyeti Meclisine milletvekili seçilir. Ancak 1939’da Hatay’ın Türkiye’ye katılmasıyla otonomiye son verilir. Burada yaşayan Nusayriler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sayılır ve azınlık hakkı da tanınmaz. Bundan sonra da tüm farklı milliyetten halklar gibi asimilasyon politikalarıyla Türkleştirilmeye çalışılırlar.
Sosyal Yaşam,
Gelenek ve Görenekler
Arap Alevilerin yazılı bir tarihi olmamıştır. Sürekli yasaklı, baskı altında olduklarından böyle bir şansları da olmamıştır. Gelenek ve görenekler kuşaktan kuşağa aktarılarak bugünlere kadar getirilmiştir.
Nusayriler tarihleri boyunca hep başkalarının egemenliği altında, gördükleri baskı ve zulüm nedeniyle gizlenerek, saklanarak yaşamışlardır. Dini inançlarını, gelenek, göreneklerini ve kimliklerini gizlemişlerdir. Bu nedenle “Gizlilik” ve “Sır”ın yaşamlarında önemli bir yeri vardır. Gizlilik bugün eskisi kadar yaygın olmasa da hala sürmektedir. Yakın zamana kadar hemen tüm ailelerin çocuklarına ilk öğrettikleri şeylerden biri kimseye Arap Alevi olduklarını söylememeleridir.
Dini ibadetler gizlilik içinde yapılır. Kendi dışlarında kimsenin görmemesine, duymamasına özel önem verirler. Son dönemde kısmen değişiklik görülse de başka milliyetlerden ve inançlardan halklarla kız alınıp verilmez. Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi Arap Alevilerde dışa kapalı bir yaşam tarzı vardır.
Arap Alevilerin dışa kapalı olması diğer halklarla birarada yaşamasına engel olmamıştır. Geçmişten bu yana Hatay bölgesindeki Hırıstiyan, Musevi, Süryani, Sünni, Ermeni, Türk, Kürt, Çerkes, Rum, Yahudi çeşitli milliyet ve inançlardan halklarla hep birarada yaşamışlardır. Bu halklar arasında hiç bir zaman düşmanlıklar, kavgalar olmamıştır. Yine, Adana, Mersin ve Tarsus’ta yaşayan Arap Aleviler Türklerle, Kürtlerle, Sunnilerle komşuluk yapmakta, onlarla iç içe yaşamaktadır.
Arap Alevilerin içe kapanık yapısı son yıllarda değişikliğe uğramaya başlamıştır. Emperyalizmin halklarımıza dayattığı yoz-kozmopolit kültür Arap Alevilerde de etkisini göstermekte, gelenek, görenek ve yaşam tarzında da bir bozulmaya yolaçmaktadır. Toplumsal dayanışma, paylaşım, yerini giderek bencilliğe, herşeyin maddiyat olarak görülmesine bırakmaktadır.
Arap Aleviler, geçimlerini geçmişten bugüne kadar esas olarak topraktan sağlamışlardır. Çiftçilik en yaygın meslektir. Hatta bazı bölgelerde “Fellah” denmesinin nedeni de budur. Bu kelimenin Arapçada birçok karşılığı vardır. “Azab” yani köle olarak da, ekin biçen çiftçi olarak da ifade edilir. Bugün de Arap Alevilerin azımsanmayacak bir kesimi hala çiftçilik yapmaktadır. Hatay’ın sınır bölgesinde olması nedeniyle Ortadoğu halkları özellikle de Suriye’dekilerle yakın ilişkileri vardır. Bir kısmı Suudi Arabistan başta olmak üzere Libya, Ürdün, Kuveyt ve Suriye’de çalışmaktadır. Suriye’de öğrenim gören gençler de bulunmaktadır. Avrupa’ya daha çok da Almanya’ya gitmiş olanları da vardır. Bunun yanında otobüs ve kamyon taşımacılığı da çok yaygındır ve çoğu Ortadoğu ülkelerinde iş yapmaktadır.
Aile çocuğuna ilk önce onurlu, namuslu, dürüst ve adaletli olmasını, insanlara haksızlık etmemesini öğretir. Arap alevi halkında erkek çocuğun önemli bir yeri vardır. İlk doğacak erkek çocuk için adaklar adanır. Doğduğunda kurbanlar kesilir. Bazen saçının tümü veya ele gelecek kadar bir tutamı 7 yaşına kadar kesilmez. 7 yaşında saçın kesilmesinde dini tören yapılır, kurban kesilir.
Geçmişte daha çok dini inançlarından kaynaklanan nedenlerle kadınları çok değersiz görme vardır. Ataerkil toplum yapısı, kadınların aşağılanmasını ve bunun din aracılığıyla resmileştirilmesini sağlamıştır. Her ataerkil toplumda olduğu gibi geçmişin bu izi hala sürse de bugün bu durum Nusayrilerin yaşamında çok fazla kendini hissettirmemektedir. Kadınlar aile ve toplum içerisinde eskisine göre belli bir saygınlık kazanmıştır.
Dini İnanç
Arap Aleviliği yaşam tarzıyla, dini inanış ve ibadet biçimleriyle Anadolu Aleviliğinin kolları olan Babailik ve Bektaşilikten, Şiilikten belli farklılıklar taşır.
Alevilerde tek başına ve toplu olmak üzere iki şekilde namaz kılma vardır. Tek başına namaz (Arapçada Sela anlamındadır) kılma sadece belli dua ve sürelerin okunması şeklindedir. İş yapılırken de, yürürken de yapılabilir. Önemli olan hiç kimseye hissettirmemektir. Toplu namaz ise, bayramlarda, özel günlerde, adaklarda vb. kılınır.
Erkekler ancak belli bir yaşa geldikten sonra namaz kılabilirler. Namazı öğrenme yaşı genelde 13-18 yaş arasıdır. Kadınlar ise namaz kılmazlar. Toplu namaza giremezler. Sadece belli dualar okurlar. Kadınların okuduğu duaya “Şükür Duası”anlamına gelen “Savvar-ıl Hamd” denir.
Nusayri’ler toplu namazlarda başlamadan önce bağhur veya buhur denilen bir tütsüyü elden ele dolaştırırlar. Namazın bir yerinde de önceden hazırlanmış üzüm suyu önce şeyhe ardından tüm cemaate ikram edilir. Namaz bittikten sonra kesilen kurban etinden hazırlanmış yemekler yenir. Namaza katılanlara evlerine giderken kurban etinden birer parça verilir. Buna “hıssi” (pay) denir. Arap Alevileri genelde kurban etini çiğ dağıtmazlar. Kurban eti, bulgur veya pirinç pilavı, haşlama ve“hirısi” denilen bir çorba şeklinde dağıtılır. (Hirisi buğday ile et kaynatılarak yapılır)
Arap Alevilerin takvimi miladi takvime göre 14 Temmuz’da, Arapça’da “Temmuz ul Evvel” denilen bir bayram günü kutlanır. Bu günde işe gidilmez. Daha çok piknik yapılır, eğlenilir, türbeler ziyaret edilir. Aynı şekilde, diğer dini bayram günlerinde de kadınlar ev işi yapmazlar, özellikle dikiş dikmezler. Ğid-il Ğadir denilen en büyük bayram gününde kadınlar da erkekler de hiç bir iş yapmazlar. İşyerleri kapatılır, tarlaya gidilmez. İş günah olarak kabul edilir. Çalışılırsa başa bir iş geleceği, kaza yapılacağına inanılır.
Arap Alevi halkının yaşamında kutsal olarak görülen ziyaret (Türbe) yerlerinin önemli bir yeri vardır. Buraları ziyaret etmek, hacca gitmekle eşdeğerde görülür. Bu ziyaretlere adaklar adanır, tütsüler yakılır. Arap Alevi halkının yaşadığı yerlerde mutlaka bir kaç ziyaret vardır. Bu ziyaretlerin en önemlisi ve değer verilenlerden biri “Hıdır Peygamber Ziyareti”dir. Eli dara düşenlere yardım ettiğine, hastaları iyileştirdiğine, yoksulun yanında olduğuna inanılan Hıdır Peygamber için her yıl Ağustos veya Eylül aylarında bayram yapılır. Bu bayram Arap Alevi halkı için önemlidir. Arapçada “Hesint-il Ğıdır” denir. Bayramda işbölümü yapılır ve bu işleri yürütmek için bir anlamıyla komite diyebileceğimiz belli insanlar seçilir. Bu komite insanları görevlendirip, her aileden veya evden toplanacak eşyaların (kap-kacak, odun, un, para, kurbanlık, pirinç, buğday vb.) toplanmasını sağlar. Alınan eşyalar zorla değil, gönüllülük temelindedir. Toplananlar daha önce tesbit edilen bir eve getirilir. Ğid’de yapılacak yemekler için hazırlıklar yapılır.
Cenazeler
Arap Alevileri de diğer halklar gibi, cenazelerinde büyük önem verirler. Ölünün ardından ağıtlar yakılır. Eğer ölen, genç kadın ve bekarsa eline kına yakılır. Erkek ve bekar ise, düğünü yapılır gibi davul zurna çalınır. Eğer ölen insan yaşlı biri ise, çocukları-torunları diğer akrabaları gelir elini öper. Onu son yolculuğuna uğurlarlar.
Tüm defin işlemleri evde veya kutsal kabul edilen bir ziyaret (Türbe) yerinde yapılır. Cenaze olan evde Eğlence olabilecek her şeyden kaçınılır. 7 gün televiziyon izlenmes sarki dinlenmez gibi…
7 gün boyunca yemeği, komşular, akrabalar, cenazesi olanlara hissettirmeden kendi aralarında yapar ve getirirler. Bu 7 gün boyunca hergün sabah mezar ziyareti yapılır. Yedinci gün ise kurban kesilir. Arapça’da “Sübuğ” denilen bu günde mevlüt okutulur, sela (namaz) yapılır. Ölünün 40’ında, bayramlarda ve ölüm yıldönümlerinde de mezar ziyareti yapılır. 40’ında ve ölüm yıldönümlerinde çeşitli yiyecekler dağıtılır.
Düğünler
Arap Aleviler Gecmiste dışarıdan kız alıp vermezlerdi. Tercihleri kendi içlerinden, yani yine Arap Alevilerden olurdu. Geçmişte böyle bir gelenek olmasına rağmen, uzun bir süredir kalkmisdir.
Evlenme bir kaç aşamadan geçilerek olur. Söz kesme, nişanlılık ve evlilik… Nişanlılık genelde bir-bir buçuk yıl sürer. Ama 4-5 yıl gibi daha uzun da olabilir.
Nişanlılık döneminde erkek nişanlısına özellikle bayramlarda, özel günlerde hediyeler (çeyizlik eşya, altın vb.) götürür. Ayrıca para verir. Gelin adayı bu hediyeler ve parayla çeyizini tamamlar. Ev eşyalarının bir kısmını erkek, bir kısmını kız tamamlar. Nişanlılıkta anlaşmazlık çıkar ve ayrılma olursa, kız tarafı erkekten aldığı hediyeleri ve parayı iade eder.
Düğünler geçmişte 3 veya 7 gün sürerdi. Bugün genel olarak iki gün sürmektedir. Düğünden bir hafta önce “imam nikahı” kıyılır. İmam nikahını Şeyh kıyar. Gelin ve damat nikah kıyılırken orada bulunmazlar. Her iki tarafın ailesinden birer temsilcisi gider.
Düğün töreninden bir gün önce gelin çeyizini yeni evine taşırken akrabaları ve tanıdıklarını çağırır. Davul zurna çalınır, oyunlar oynanır. Gelen misafirler gelinin çeyizini seyrederler ve taşınmasına yardım ederler. Arapça’da bu “çıkartma” anlamında “Tıtliğa” olarak tanımlanır.
Kına gecesi kızın evinde veya belirlediği yerde yapılır. Genelde yemeklidir. Oyunlar oynanır, halaylar çekilir. Belli bir saatte gelin ve damat orta yere oturtulur. Sırayla önce gelinin avuç içlerine, ardından damadın serçe parmağına kına yakılır. Kına yakılırken duadan sonra bir veya birkaç kişi tarafından Arapça “Mıvvel” denilen uzun hava çekilir.
Ertesi gün düğün töreni yapılır. Yaygın olarak görülen geleneğe göre, gelinin annesi düğüne gelmez. Düğünde “kuşak merasimi” yapılır. Gelinin bekar erkek kardeşi veya yakın akrabası gelinin beline kırmızı kuşak bağlar. Kuşak düğün bitene kadar gelinin belinde kalır.
Düğünün sonlarına doğru Arapça’da “Şaboş” denilen “Katkı Töreni” yapılır. Bu törende evlenen çiftlere verilen hediyeler, (genellikle altın olur) ve paralar yüksek sesle duyurulur. Bu tören, dayanışma amaçlıdır.
Nusayriler Etimoloji, Nüfusu, Dağılımı ve Tüm Bilgileri
Nusayriler
Kaynak: Vikipedi, özgür ansiklopedi
Nusayriler; (Arapça: النصيرية al Nusayrīya ya da العلوية al-‘Alawīya), Suriye’nin Lazkiye, Baniyas ve Tartus illeriyle Türkiye’nin Hatay, Adana ve Mersin illerinde yerleşmiş dini etnik gruptur. İnancın kurucusu Muhammed bin Nusayr (Muhammed bin Nusayrul Abdiyy’in Numayri)’dir. Ancak Nusayriliği sistemleştirip yayan kişi olarak Hamdam büyük saygı görür. Nusayrilerin kutsal kitabı Kitab el-Mecmu’dur. Nusayriler kendilerini Alevi kabul ederler. Aleviler de Nusayrileri kendilerinden tanırlar. Ancak Anadolu Aleviliği ile Nusayrilik farklıdır. Örneğin Nusayrîler’de cem yoktur. Kadın ibadetlere alınmaz. Kendi usullerine göre cami dışında namaz kılarlar, oruç tutarlar. 16 kutsal dularaı vardır. Ali, Hasan, Hüseyin sevgisi onları ilahaştıracak derecededir. Gökyüzünde Güneş Muhammed’i, Ay ise Ali’yi temsil eder. Ay’a kötü söz söylemek Ay’a gidildiğini inanmak birçok Nusayri için günahtır. Aleviler için kutsal olan Hacı Bektaş, Abdal Musa gibi yerlerle ilgilenmezler. Ali, Muhammed, Selman-ı Farısi isimlerinin baş harflerinden oluşan Ayn-Mim-Sin harfleri inanç şifreleridir. Ali, Hasan, Hüseyin dışındaki imamlara fazla ilgi göstermezler. Haydari ve Klazi olarak iki gruba ayrılırlar. Klaziler Türkiye’deki topluluğun %30’unu oluştururlar ve daha tutucudurlar. Suriye’de ise Klaziler çoğunluktadır. Nusayriler Suriye nüfusunun %11-15’ini oluşturular. Hafız Esed ve aileside Nusayridir.
Nusayrîler’in birçoğu kökenlerini Horasan Türkler’ine dayandırır. Kendilerini, Harun Reşit’in yerine geçen oğlu Mutasım’ın Horasanlı bir Türk olan annesinin aşiretinin torunları olarak kabul ederler. 700’li yıllardan başlayarak Türkiye sınırları içerisindeki topraklara yerleştirilmiş Oğuz Horasan Türkleri olduğu belirtilmektedir. Adana ve Mersin’de yaşayan yerel halk tarafından Fellah (çiftçi) olarak adlandırılmasının Arap olmaları ile ilgilisi bulunmamaktadır. Fellah olarak adlandırılmalarının sebebi Çukurova’da sadece tarım yapmalarıdır, fellah Arapça çiftçi demektir.
Etimoloji
Nusayrî halkı, kendini adlandırma konusunda çeşitlilik gösterir. Mezhebin kurucusu Muhammed bin Nusayr’in isminden türeyen Nusayrî sözcüğünün kendileri için kullanılmasını istemediklerinden Türkiye’de genelde Arap Alevisi denir.[kaynak belirtilmeli] Mezhebin kurucusu Muhammed bin Nusayr’in isminden türeyen Nusayrî tanımlaması kullanılmaktadır. 11. İmam Hasan El Askeri’nin öğrencisi Muhammed bin Nusayr’ı (ö. 883) otorite kabul ettikleri için bu adı alırlar. Ancak Nusayrîler bu ismi kendileri için asla kullanmazlar.
Nüfus ve Dağılımı
- Dünya genelinde yaklaşık 3,000,000 Nusayri vardır.
- Dünya genelinde yaşayan Nusayrilerin büyük bir kısmı Suriye’dedir. (2,500,000)
- Dünya genelinde yaşayan Nusayriler; Suriye, Lübnan (100,000) ve Türkiye’dedir. (350,000)
- Ancak Dünya’nın farklı bölgelerinde de özellikle Almanya ve Fransa’da da Nusayriler yaşamaktadır.
- Nusayrilerin Hatay ilin genel nüfusu içindeki oranı ise il merkezdeki oranın altındadır (%50’ye yakın).
Nusayrilerin Etnik Kökeni
Nusayrilerin etnik kökeni üzerinde duranların başında Tankut gelir. Tankut eski Türk topluluklarının inançlarından iz taşıdıklarından hareketle Nusayrilerin Türk olduklarını iddia eder. Bu görüşü Önder de destekler. Önder, yerli ve yabancı antropologların Nusayrilerden elde ettikleri kafa endisi, dil ve kültürel özelliklerine dayanarak, bu gurubun Türk olduğunu savunur.
Andrews, Aringberg Laonatza ve Olsson gibi araştırmacılar, Nusayrilerin Arap etnik kökene sahip olduklarını savunmaktadırlar. Nusayrilerin büyük çoğunluğu da (% 99,5) kendilerini Arap Alevisi olarak tanımlarlar. Güler, Sönmez, Rande ve Reyhanî gibi araştırmacılar da bu görüştedir. Çünkü Hüseyin Türk’ün Hatay’da yaptığı alan çalışmasında Nusayrilere kendinizi ne olarak tanımlıyorsunuz? sorusuna verilen yanıtlarda da bu sonuç çıkmıştır. Ama az da olsa Arap Aleviliğine Türk, Kürt ve Çerkez halkdan da karışan olmuştur.
Dil
Ana dilleri Arapça’dır. Suriye’deki Gebel ve Ansari’ye bağlı Süryani / Lübnan lehçesi.
Yaşlı nesil hâlâ Arapça konuşmaktadır. (Andrews, 1992: 215)
Türkiye’de ise Hatay’ın katılmasından (1939) sonra doğmuş olan daha genç nesil tarafından Türkçe konuşulmaktadır. Bugün Arapça ile Türkçe’nin bir karışımı konuşulur. (Andrews, 1992: 216)
İnanç
İsmailiyye, Dürzîlik, Hıristiyanlık ve Suriye’nin yerel inançların birleştirildiği düşünülmektedir. Sadece kendilerinin Ehl-i Beyt inancında olduğunu söylerler. Anadolu Aleviliği ve Caferiyye Şiiliğine itikadi yönden kesinlikle benzememektedir.
Nusayrilere göre Kur’an’ın iki manası vardır. Gizliliği anlayamayanlar için zahiri (yani yüzünden okunan mana) geçerlidir. Ancak Nusayriler, İsmailiyye öğretisi gereği bâtıni tevillere göre hareket ederler.
Dolayısıyla Kuran-ı Kerim’e bir Sünni ya da Şii din adamının hiçbir zaman yükleyemeyeceği manaları verebilirler. İçki haram değildir, sadece erkekler için söz konusu olan reenkarnasyon dinin temel inancını oluşturur, namaz şekillerle değil sadece dua ile kılınır gibi anlamları Kur’an’dan çıkardıklarını söylerler.
Allah’ın bazen insan sıfatıyla ortaya çıktığına ve onun en son Dünya’ya geldiği zamanki sıfatının İmam Ali olduğuna inanırlar. Yani Nusayrilere göre Ali’nin vücudunda Allah’ın ruhaniyeti vardır. Bu sebeple Nusayrilerin görüşlerinin temelini Hz. Ali’nin ilahlaştırılması teşkil eder. Nusayrilerin bütün kollarına göre, Ali, mabuttur, tanrıdır. Ali, ne doğurdu ne de doğruldu. Ölümsüzdür. Her zaman vardır. Zatı yıldızlara hâkim olan nurdur. Nurun nurudur. İlâhî zatı itibariyle gizlidir. Ali, yerler ve göklerin yaratılmasından önce de var olmuştur, sonra da. O, manadır. Görünüşte imam ise de, bâtınî olarak o Tanrı’dır. Bu, Nusayriliğin temel inancı olduğu için, onlara göre şehâdet kelimesi, “Ben, Ali’den başka ilâh bulunmadığına şehâdet ederim.” şeklindedir. Ali Allah’tır ve nurundan Muhammed’i yaratmıştır. Ali manadır, Muhammed ise isimdir. Muhammed de kendi nurundan Selman-ı Farisi’yi yaratmıştır. Bu sır, Nusayriler tarafından, Hıristiyanlıktaki “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” sistemiyle açıklanır. Ayrıca Bab’dan yani Selman’dan sonra beş “Eytam” vardır. Bunlar, Bab’ın manevi çocukları olup, Bab tarafından yaratılmışlardır. Bunlar; Mikdad b. el-Esved (Tabiat olayları ve zelzeleyi yürütür.), Ebû Zerril-Gifâril-Gifâri (Yıldızların hareketini idare eder.), Abdullah b. Revâha (Canlıların hayatlarıyla uğraşır.), Osman b. Maz’un (Rızık ve hastalıklarla uğraşır.) ve Kanber b. Kadân ed-Devrî (Ruhları cesetlere gönderir). Bu beş eytam, aynı zamanda beş büyük yıldızdır.
Nusayriler, insanlık tarihinin yedi kademesini gerçekleştiren “Sâmet” (susan)’i “Nâtık” (konuşan)’ın üstünde tutarak Ali’yi “Sâmet”, Muhammed’i “Nâtık” ve sahabelerden Selman-ı Farısi’yi “kapı” olarak tanırlar. Bunların baş harfleri Ayn ع, Mim م ve Sin س i önemserler. Ayrıca bu üçlü Ay, Güneş ve gökyüzü olarak da bilinir.
Reenkarnasyon İnancı
Sadece erkekler için söz konusu olan tenasüh inancı dinin temel inancını oluşturur. Önceki hayatta sevap kazananların insan olarak ve kötülükleri işleyenlerin ise hayvan olarak tekrar Dünya’ya geleceğine inanırlar. Nusayrilere göre Cennet ve Cehennem bu Dünya’dadır, yedi defa Nusayri inancıyla Dünya’ya gelen inançlı bir Nusayri gökyüzünde yıldız olarak mutlak iyiliğe (rahmete) kavuşacaktır.
Nusayrilere göre kendileri Ali’nin ulûhiyetine inanmak ve onun yüceliğinin nimetine ermek şerefine ulaşan kişilerdir. Ali’ye inanan ukkâl (Nusayriler ulularının) Nusayrilerin ruhları, öldükten sonra hareket yoluyla yıldızlar haline dönüşerek nurlar âlemine yükselir, cuhhâl (sıradan Nusayriler) Nusayrilerinki de Güneş’in etrafında dönen gezegenlere intikal eder. Nusayri olmayanların ruhları ise hayvan bedenlerine girer.
Sır İnancı
Dinin şekillendiricisi olarak ashabdan Selman-ı Farisi kabul edilir. Din, temelinin ne zaman ortaya çıktığı belli olmayan bir sır üzerine şekillenir. Arap alfabesindeki üç harfle simgelenen sır, genel halk tarafından dahi bilinmez. Bu sırrı bilmek için ermek, “eve giden yola” gitmek gerekir. Bu sırrın yanı sıra, ibadetde gizlilik içinde yapılır. Hatay bölgesinde eski çağda yaygın bir “sır dini” olan Mithras öğretisinden günümüze ulaştığı düşünülebilecek bir saklı öğreti üzerine inanç biçimlenmiştir.
Nusayrî Mezhepleri
Diğer birçok itikadî fırkada olduğu gibi Nusayrilik de kendi arasında çeşitli fırkalara ayrılmıştır. Bunlar genel olarak dört kola ayrılmışlardır ki, bunlar; Haydariyye, Şimaliyye (veya Şemsiyye) Kilaziyye (veya Kameriyye) ve Gaybiyye’dir. Ancak bunlar, esas itibariyle, Şimaliyye ve Kilaziyye olmak üzere iki ana kol halinde yaygınlık kazanmışlardır.
Ali’nin bulunduğu yer konusunda üç gruba ayrılırlar. Haydariler’e göre Ali, göktedir. Güneş Muhammed’i, Ay da Selman’ı temsil eder. Şimalilere göre Ali, Güneş’te oturmaktadır. Bu yüzden bunlara “Şemsiler” de denilmektedir. Semadaki büyük yıldızlar da Nusayrîlerin ukkâli’nin ruhlarıdır. Bu nedenle Nusayrîler, Güneş’in doğuşu ve batışı zamanında Güneş’e ve yıldızlara hürmet gösterirler. Dualarında ihtiyaçlarını, görünen yıldızlar hürmetine en iyisinden isterler. İkinci kol olan Kilazilere göre ise Ali’nin yeri Ay’dır. Bu yüzden bunlara da “Kameriler” ismi verilmektedir.
Nusayrîlik’te İbadet
Nusayriliğin görüşleri incelendiğinde, inançlarının İslâm’dan kaynaklanmakla beraber tamamen batınî yorumlara dayandığı görülmektedir. Hatta görüşlerinde zaman zaman Hıristiyan kültürünün izleri görülebilir. Bu sebeple ibadet anlayışları bakımından fırka temel İslamî ibadetleri, genel kabulden farklı olarak, kendi batınî anlayışlarına paralel biçimde tevil eder.
Nusayrilik’te Şehadet Kelimesi
Nusayriliğe girişte şehadet kelimesi; “Nusayri dininden, Cundebî görüşünden, Cunbulanî tarikatından, Hasibî akidesinden, Cillî inancından, Meymunî fıkhından olduğuma şehadet ederim.” şeklinde söz söylenerek yerine getirilir.
Namaz
Nusayriler, namazlarını kılmak için bir camide toplanırlar. Burası, günümüz anlamıyla bir cami de olabilir, bir türbe de, hatta birinin evi dahi olabilir.”Namaz” Sünni ya da Şia anlayışındaki namazla ilgisizdir. Soyla babadan oğula geçen “şeyh”lerin önderliğinde erkeklerin toplanıp dua ettikleri bir törendir. Secde ya da rükû gibi namaz biçimleri bulunmaz. Namazdan önce abdest alınmaz. Kâbe’ye dönmek gibi bir şart da bulunmaz. “Namaz” için camide toplanma şartı da yoktur. Namaz kılınacak yer bir ev ya da temiz olan herhangi bir yer olabilir.
Bu fırkaya göre ibadetleri başında “batınî namaz” yahut kısaca “namaz” adı verilen ibadet gelmektedir. Bu da ferdi ve kolektif olarak iki şekilde yerine getirilir. Namaz; Ali’ye açılan kalbin niyazı anlamında anlaşıldığından, özel bir mekâna, camiye ihtiyaç duyulmadığı gibi, her hangi bir tarafa yönelme yahut özel bir duruş da söz konusu değildir. Namazdan önce abdest alınmaz. Namaz sesle yapılan bir ibadet olup, sadece duadır. Namazın başında “Ali, Muhammed ve Selman’ı yüceltiriz.” demek, namazı eda etmek olarak anlaşılır. Ayrıca Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatır (Fatıma) isimlerini anmak da beş vakit namaz sayılır. Namazın temel şartları beş seçkini (Muhammed, Fâtır (Fâtıma), Hasan, Hüseyin ve Muhassin) bilmek, dua esnasında gülmemek ve konuşmamak, Abbasi rengi olduğu için siyah takke giymemek, gizliliğe riayet etmek ve namazı “Ey yüce, büyük ve arıların efendisi Ali, bize merhamet et.” diyerek bitirmektir. Namazın sayısı yine beştir ve beş masuma tahsis edilmiştir. Namazda Mekke’ye dönmek şart değildir. Öğleye kadar Güneş’in doğuş yönüne, öğleden sonra ise batıya doğru yönelinir. Bu namazın kılınması, mahiyet itibariyle, Kur’an-ı Kerim’den Fatiha ve İhlâs sureleri ile öteki bazı kısa sureler, Kitâbü’l-Mecmû’daki sureler ve kuddâs adı verilen özel bazı duaları okumaktan ibarettir.
Toplu olarak kılınan namaz ise büyük bir şeyhin ziyareti, bayramlar ve fırkaya giriş merasimleri gibi vesilelerle yerine getirilir. Kadınların ve topluma kabul edilmemişlerin alınmadığı bu ibadette, ferdi yapılandan farklı olarak ezan okunur, kutsallığına inanılarak şeyhlerden başlanarak cemaat kadehten birer yudum alır, bazı surelerin okunması sırasında secde edilir. Merasimin ilgii yerlerinde kuddâsu’l-buhûr, kuddâsü’t-tîb, kuddâsü’t-teberri ve kuddâsu’s-sin gibi dualar okunur ve selam verilerek ibadet tamamlanır.
Oruç
Namaz gibi İslam’ın diğer temel ibadetlerini de tevil eden Nusayrîlik’te, söz gelimi oruç, İslam peygamberi’in babası Abdullah’ın sessizliğini temsil eder ve fırkaca kutsal sayılan sırları başkalarından gizlemek anlamına gelir.
Zekât
Zekât, Selmân-ı Farisî’yi temsil eder ve dini öğrenip aktarma anlamına gelir. Bununla birlikte fırkanın iç işleyişinde zekât çeşitli vesilelerle merasim sonrası şeyhe verilen paradır.
Hac
Haccın manası ise, fırkaca kutsal sayılan kişi ve yerleri ziyaret etmeyi sembolize eder ve bilinen hac ibadetiyle bir ilgisi yoktur. Nusayrîlik’te ziyaret yerleri çok önemlidir. Buralar beyaza boyanır ve aynı zamanda ibadet yerleridir. Ziyaret yerleri ya su kenarlarında ya da ağaçlık yerlerdedir. Bu anlayışları eski Fenikeliler’den kalan bir inançtır.
Nusayrîlik’te Şeyhler
Nusayrîler’de, şeyhler tabir edilen din işlerini organize eden dört ayrı sınıf vardır ki, bunlar onlara göre büyük önem arz etmektedir. Bunları da sırasıyla şöyle sıralayabiliriz:
Büyük Şeyh
Ali’nin yeryüzündeki gölgesi durumunda olup, geniş ve büyük bir otoritesi vardır. İnsanüstü gücü bulunduğuna inanılır, bu yüzden büyük itibar görür. Vazifesi, şeyh ve imam adaylarını seçmektir. Her bölgede ancak bir büyük şeyh bulunur.
Şeyh
Cemaatin manevi önderleri durumunda bulunan şeyhlerin sayıları çoktur ve atalarının melekler olduğuna inanılır. Melekler onlara hulul etmiştir. Ahiret âleminde şefaat hakkına sahiptirler. Merasim ve ziyaretleri idare edip, hastalara dua ederler, onlardan izinsiz doktora bile gidilmez. En güzel ve zengin kızlarla evlenirler ve evleri herkese açıktır. Şeyh olabilmek için şeyh ailesinden gelmek şart olduğu gibi geniş bir kültüre de sahip olmak zorunludur.
Nüvvab
Bir nevi şeyh yardımcısı durumundadırlar. Şeyh olabilmeleri büyük şeyhin kararına bağlıdır. Bunun için geniş bir tecrübeden geçmesi gereklidir, şeyh olabileceği kanaati oluşuğunda bir başka bölgeye şeyh olarak atanır.
Nusayrilik’e Giriş Şartları
Kadınlar bu mezhebe giremezler, çünkü onlar sır saklayamazlar. Bu sebeple Nusayriler inançlarını kadınlara bildirmezler. Erkekler ise mezhebe girmekle yükümlüdürler. Erkeklere bu inançlar, 19 yaşında öğretilir. Bundan sonra öldürülseler bile bu sırrı kimseye söylemeyeceklerine yemin ederler. Giriş için, esas şart ana-babanın Nusayri olmasıdır. Erkek, sağlığı yerinde, 8-10 yaşından büyük ve ölümle karşı karşıya kalsa bile sır saklayabilecek kabiliyet ve olgunlukta olmak da Nusayriliğe giriş için gerekli şartlardandır. Nusayriliğe girmenin şartlarına haiz olup, Nusayri inanç ve sırlarını öğrenen ve Nusayri ibadetlerini yerine getiren Nusayrilere ukkâl (akıllı) Nusayriler denir. Nusayri soyundan gelip de Nusayri inanç ve sırlarını öğrenmeye haiz olmayan veya haiz olup da bu sırlar kendisine öğretilmeyen ya da bu inanç ve sırları bilmeyen Nusayrilere ise cuhhâl (cahil) Nusayriler denir.
Nusayrilik’e Girişte Şehadet Kelimesi
Nusayrilik’e girişte şehadet kelimesi; ibadet bölümünde de belirtildiği gibi “Nusayri dininden, Cundebî görüşünden, Cunbulanî tarikatından, Hasibî akidesinden, Cillî inancından, Meymunî fıkhından olduğuma şehadet ederim.” veya kısaca “Ben, Ali’den başka ilâh bulunmadığına şehâdet ederim.” şeklinde söz söylenerek yerine getirilir. Böylelikle kişi Nusayrilik’e girmiş olur. Ardından da törene geçilir.
Nusayrilik’e Giriş Töreni
Nusayriliğe giriş birkaç merhaleden oluşmaktadır. Nusayriliğe giriş töreni genel olarak aşağıda sıralanan üç merhaleden oluşmaktadır.
Ön Merhale
Mezhebe girecek yaşa gelen çocuğu babası, güvendiği bir Nusayri’ye götürür ve ona tavassut etmesini ister. O şahıs onun manevi babası haline gelerek onu iyice tanır. Çocuğun durumu hakkında şahitler ve şeyhin huzurunda teminat alınır, çocuk eğer sır verirse öldürülür. Daha sonra o kişi çocuğun eğitimini sağlar. Müslümanların gözünde iyi bir Müslüman intibası bırakmak için namaz kılıp, oruç tutmasına özen göstermesi istenir. Zira bu safhada o çocuk bir nevi ilk imtihandan geçmektedir.
Birinci Merhale
Mezhebe girecek yaşa gelen çocuğu babası, güvendiği bir Nusayri’ye götürür ve ona tavassut etmesini ister. O şahıs onun manevi babası haline gelerek onu iyice tanır. Çocuğun durumu hakkında şahitler ve şeyhin huzurunda teminat alınır, çocuk eğer sır verirse öldürülür. Daha sonra o kişi çocuğun eğitimini sağlar. Müslümanların gözünde iyi bir Müslüman intibası bırakmak için namaz kılıp, oruç tutmasına özen göstermesi istenir. Zira bu safhada o çocuk bir nevi ilk imtihandan geçmektedir.
Bu ön hazırlık safhasından sonra çocuk, “Meşveret Cemiyeti” adı verilen bir toplantıya alınır ki, bu toplantı şeyhin veya ileri gelen bir Nusayri’nin evinde yapılır. Çocuk içeri alınır ve nefsini alçaltma, itaatkâr olmanın bir nişanesi olarak, şeyhin ve orada bulunanların ayakkabılarını başına koyar. Ulûhiyet sembolü olan bir kadeh şarabı içtikten sonra, o, “Abdu’n-Nur” (Nurun kulu) adını alır. Bu arada ع (ayn), م (mim), س (sin) harfleri, manaları anlatılmadan bir mühür şeklinde tekrar ettirilir, tekrar el ve ayaklar öpülür. Sonunda da bu merasimin ay, gün ve senesi kaydedilir.
İkinci Merhale
İlk merhaleden kırk gün sonra yapılan bu toplantının adı “Melik Cemiyeti”dir. Çok zengin ve görkemli bir toplantıdır. Nakip, çocuğa tekrar bir kadeh içki sunar ve ع (ayn), م (mim), س (sin) harflerinin sırrını öğreterek bunları her gün 500 defa tekrar etmesini emreder. Bu arada “Kitâbül-Mecmu”dan da bazı bölümler kendisine öğretilir.
Üçüncü Merhale
Bu ikinciden daha görkemlidir. Nusayriliğe giren çocuk eğer ileri gelen bir aileden veya şeyh ailesinden birisi ise ikinciden yedi ay, eğer halktan birisi ise dokuz ay sonra icra edilir. Geniş bir salonda yapılan bu merasim bir hayli kurallara bağlıdır. Salonda ortada büyük şeyhi temsilen bir imam oturur, sağında nakip, solunda ise necip vardır. Bu şekil aynı zamanda ع (ayn), م (mim), س (sin) harflerini yani Ali, Muhammed ve Selman üçlüsünü temsil etmektedir. Bu üçlü sembolize sistem Hıristiyanlıktaki “Baba-Oğul-Ruhul-Kudüs” sistemiyle açıklanır. Ayrıca Selman’dan sonra beş tane de eytam vardır ki, bunlar; Mikdad b. el-Esved (Tabiat olayları ve zelzeleyi yürütür.), Ebû Zerril-Gifâril-Gifâri (Yıldızların hareketini idare eder.), Abdullah b. Revâha (Canlıların hayatlarıyla uğraşır.), Osman b. Maz’un (Rızık ve hastalıklarla uğraşır.) ve Kanber b. Kadân ed-Devrî (Ruhları cesetlere gönderir). Bu beş eytam, aynı zamanda beş büyük yıldızdır. Nakibin sağında da havarileri temsilen on iki kişi bulunur. Necibin solunda ise yirmi dört kişi yer almaktadır. Bu kişiler Kitabul-Mecmu’nun beş defa tekrar edildiğine şahitlik ederler. Merasimin başında imam tekrar, sır saklayacağına dair söz ister, havariler de onun sözüne şahitlik ederler. Bu sırada on iki havari önlerindeki on iki bardaktan birer yudum içki alırlar, aday da alır ve böylece ulûhiyete erilmiş olur. Nusayriliğe göre, gök gürültüsü ve şimşek çakması Ali’nin adının anılmasıdır. Üzüm çubuğu kutsaldır. Nusayriler onu bir nur gibi görürler. Ayrıca Nusayrilere göre şarap, ulûhiyetin sembolüdür ve kutsaldır. Bundan dolayı şarabı ve şarabın aslı olan üzüm asmalarını aşırı bir şekilde yüceltirler.
Son Merhale
Nakibin sağında da havarileri temsilen on iki kişi bulunur. Necibin solunda ise yirmi dört kişi yer almaktadır. Bu kişiler Kitab ul-Mecmu’nun beş defa tekrar edildiğine şahitlik ederler. Merasimin başında imam tekrar, sır saklayacağına dair söz ister, havariler de onun sözüne şahitlik ederler. Bu sırada on iki havari önlerindeki on iki bardaktan birer yudum içki alırlar, aday da alır ve böylece ulûhiyete erilmiş olur. Nusayriliğe göre, gök gürültüsü ve şimşek çakması Ali’nin adının anılmasıdır. Üzüm çubuğu kutsaldır. Nusayriler onu bir nur gibi görürler. Ayrıca Nusayrilere göre şarap, ulûhiyetin sembolüdür ve kutsaldır. Bundan dolayı şarabı ve şarabın aslı olan üzüm asmalarını aşırı bir şekilde yüceltirler.
Nusayrilikte Kutsal Kabul Edilen Bayram ve Merasimler (Gün ve Geceler)
1. Fıtr (Ramazan)
2. Adhâ (Kurban)
3. Gadîr (18 Zilhicce; Hz. Peygamberin Hz. Ali’yi imam tayin ettiğine inanılan gün)
4. Mubahale (21 Zilhicce, Necranlı Hıristiyanlarla Hz. Muhammed arasındaki lânetleşme olayı)
5. Firaş (29 Zilhicce; Hz. Peygamberin Medine’ye hicret ettiği gece Hz. Ali’nin O’nun yatağına yatması)
6. Aşure (10 Muharrem; Nusayrilere göre Hz. Hüseyin, Kerbela’da ölmemiş, Hz. İsa gibi göğe çekilmiştir)
7. 9 Rebiulevvel (Hz. Ömer’in şehit edildiği gün)
8. 15 Şaban (Selman’ın ölümü)
9. Nevruz ve Mihrican Bayramları
10. 24/25 Aralık gecesi Hz. İsa’nın doğumu ve “son yemek” ayini.
11. Ayrıca Nusayriler, Hıristiyanların bayramlarında da bayram yaparlar.